12 Eylül 2010 Pazar

Bayram Japonu-1

  Uzun zamandır böyle yağmur yağmamıştı sanırım.Gök gürültülü ve ıslak bir 12 Eylül'de oyumu kullandıktan sonra bir süredir zaman ayıramadığım blogum aklıma geldi ve hemen yazmaya başladım.Dil okulu için gittiğim Cambridge'de tanıştığım ve orda kaldığım süre boyunca en yakın arkadaşım olan Mayuko, planladığı 10 günlük tatilinin bir kısmında beni görmek için İstanbul'a geldi.Bayram süresince burda olan Mayuko'yu bu sabah uçağına bindirdik ve İngiltere'den dönerken yaşadığım bir daha görüşüp görüşememe belirsizliğini şu anda da yaşıyorum.İlerleyen satırlarda birlikte geçirdiğimiz dört günün özetini ve ilginç yanlarını bulabilirsiniz.
  Çarşamba günü 14.30 otobüsüyle havaalanına doğru yola çıktım, aslında erken bir saatti daha uçağının inmesine iki saat vardı ama ramazan boyu evde oturmanın verdiği sıkıntıdan olsa gerek erkenden çıktım evden.Dış hatlar geliş bölümündeki o büyük kapının önünde yakınlarını bekleyen kalabalığın arasına biz de karıştık Aytaç'la.Ben heyecanla kapıdan her çıkana acaba Mayuko olabilir mi diye bakarken bir anda ufacık bir Japon çıktı kapıdan.Ben kalabalığın arasından ismini söylediğim anda incecik sesiyle 'pinar' diyerek bana koşmaya başladı, hatta o kadar heyecanlanmıştı ki arkasında beklediğim bariyer onun için bir engel değildi.Kalabalığın şaşkın bakışları arasında, ben Türk usülü uzun sarılma faslı beklerken, İngiliz usülü kısacık sarıldık.
  Havaalanından çıkıp metroyla Şirinevler durağında indik, bana göre karmaşanın ve trafiğin merkezi olan bir yerde her binaya sanki Eifel kulesini incelermiş gibi bakması, otobüslerin üstündeki 'İstanbul Büyükşehir Belediyesi' yazılarının fotoğrafını çekmesi onun bir Japon olduğunun kesin kanıtıdır.Hayatında ilk defa minibüs ve simit gördüğündeki şaşkınlığı ise görülmeye değerdi.Elbette, bizi o durakta gelmeyerek bir saat bekleten E-57 yine beni şaşırtmadı.

  İftara on dakika kala eve vardık.Yolda ona oruçtan biraz bahsetmiştim, yaklaşık on altı saatlik bu aç kalma durumunu hala anlayamamış olan Mayuko, ezanı duyduğu an korkuyla karışık bir şaşkınlık yaşadı.Türk yemeklerinin methini bilerek gelmişti ve annem bu kanıyı yalancı çıkarmayarak Mayuko'ya dört günde iki kilo aldırmayı başardı.Kırmızı biberi, bulgur köftesini, yeşil zeytini, simidi; ince belli çay bardağındaki çayını ilk defa tattı, hepsine hayran kaldı.Yemekten sonra çeyrek final maçının başlamasını beklerken, Çocuklar Duymasın'daki Hüseyin'in göğüs kıllarını gördüğü an 'pinar neden Türk erkeklerinin göğsünde sakal var?' diyerek beni çok güldürdü.Gerçi kız haklı yani erkeklerin tüysüz olduğu bir ülkeden sonra bir anda Hüseyin'i görmesi hoş olmadı onun için.
  Biraz daha sohbet ettik, Cambridge'deki son gelişmeleri anlattı bana, gece yarısını biraz geçerken yattık.Ne de olsa benim rehberliğimdeki '3 günde İstanbul turu' ertesi gün başlıyordu.İngiltere'ye giderken, orda bu kadar iyi arkadaşlarım olacağını ve daha döneli 1 ay olmadan içlerinden birinin Türkiye'ye beni ziyaret etmeye geleceğini tahmin etmemiştim, ama çok iyi çok da güzel oldu bence.Sonraki üç gün çok yorucuydu ve bir o kadar da eğlenceliydi, devamı yarın kuşağı gibi oldu bu yazım ama gerçekten devamı yarın...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...