30 Aralık 2011 Cuma

2011 Nasıl Geçti?

   Açıkçası benim için hızlı geçen bir seneydi ve ilk 3-4 aya dair aklımda pek bir şey kalmamış ama senenin ilk aylarına yurt maceramı dahil edebilirim.Nisan ayında ise Antalya'da düzenlenen bir diş hekimliği kongresine katıldık arkadaşlarımla;daha yaz sezonu açılmamış olsa da Antalya'nın havasını alıp geldik güzel oldu yani.Yaz tatilinin başlaması ile de gittiğim ülkeler listesine bir yenisini daha eklemiş oldum.(Almanya yazılarımı önceki postlarda bulabilirsiniz,taslak halinde birkaç yazım daha var onları da en kısa zamanda yayınlayacağım).Ağustos gibi ise yeni bir eve taşındık,bu yurt defterimin sonsuza kadar kapanmış olduğu anlamına gelse de artık daha merkezi ve her tarafı etkinlik dolu bir semtte oturuyorum,mutluyum.Ayrıca 3.sınıfa geçince;diş hekimliğinin önceki iki senenin geçirildiği adeta sürgün yeri olan prekliniklerden ibaret olmadığını,aslında kliniklerde hasta bakmanın kendini gerçek bir hekim gibi hissettirdiğini anladım.Tabi bu vesileyle eylül ayında ilk hastama bakmış oldum,kendisi 8 yaşında bir çocuktu;her ne kadar basit de olsa yaptığım dental işlemi sakinlikle karşıladığı ve karşısındaki bu tedirgin diş hekimi adayının cesaretini kırmadığı için ona teşekkürü bir borç bilirim.Tabi eylülden bu yana 4 staj geçti ve daha yolun çok başında olsam da artık daha tecrübeliyim diyebilirim.



  Ve senenin bu son günlerinde yine arkadaşlarıma "2012'de neler yapmak istiyorsunuz?" başlıklı bir liste yapmaları için ısrar ettim,pazartesi listelerini alıp gelecek yılın sonuna kadar açılmayacak bir kutuya koyucam ve senenin sonunda hangileri gerçekleşecek diye merakla bekleyeceğiz.Seneye listedeki çoğu maddenin yanına eksi koysak da azınlıkta kalan artılar bizi mutlu etmeye yetecek.Bunu yaklaşık iki senedir yapıyorum ve iki sene aslında çok kısa bir zaman gibi görünse de insanların isteklerinin,hayattan beklentilerinin ne denli değiştiğinin kanıtı oluyor bizim için.Kişisel gelişim kitaplarına girebilecek bir aktivite,benden söylemesi.

 

Bu yazıyı okuyan herkese güzel ve sağlıklı,şans dolu bir yıl diliyorum;gelecek sene bu zamanlar listenizde bol artılar olması dileğiyle..Mutlu Yıllar.

4 Kasım 2011 Cuma

Kedi Gözü Makyajı

  Her sabah bir gözüm kapalı sürdüğüm siyah kalemim ve ben çok mutluyuz aslında,fazla uğraşmadan eyeliner etkisi yaratabiliyor.Hatta yeri geliyor birkaç kişiden iltifat toplamama da yardımcı oluyor ama yeni teknikler de keşfetmek lazım.Eyeliner'ın amacı Audrey bakışı yaratmak değil mi zaten bu videoyla buna biraz daha yaklaşılmış sanki.Gelecek sabahlardan birinde olur da 10 dakika erken kalkarsam uygulayacağım bunu,söz.
  Özellikle üçgen çizme kısmı işin ne kadar ciddi olduğunun göstergesi,buyrun videoya tık.
  

10 Temmuz 2011 Pazar

Bir Gezi Yazısı-Münih

  Uzun zamandır blog yazmamıştım;nasıl bir başlık koysam,girişi nasıl yapsam diye baya düşündüm aslında ama şöyle diyeyim gezi yazıları tarzında birkaç yazı ekleyeceğim önce.Aslında gittiğim yerlerin fotoğraflarını ekleyecektim sadece ama tatile gitmeden önce internette araştırırken yüz ölçümü neymiş,nüfusu ne kadarmış bilgilerinden çok giden insanların yorumları daha çok işime yaradığından,belki birileri de gitmeden benim yazdıklarımı okur düşüncesiyle bir şeyler yazmaya karar verdim.


  Tatilimizin ilk günü ve Münih'teyiz.Sadece 1,5 gün kalabildiğimiz bu şehirde elimizden geldiğince her yeri gezmeye çalışacağız.Havaalanının içinde olan otelimizden şehir merkezine kadar bizi götürecek olan metroya biniyoruz.Londra ve Paris metroları kadar olmasa da yine de gelişmiş bir metro ağına sahip bir kent Münih.Şehrin en "popüler" müzesi olan Deutsches Museum'a gitmek için trende hangi durakta insek,hangi durak müzeye daha yakındır diye düşünürken tatlı bir alman teyze 'istersen sana yardımcı olayım nereye gitmek istiyorsun' diye soruyor ve bir anda bütün Münih'i anlatıyor sağolsun.En sonunda Isartor durağında iniyoruz ve kısa bir yürüme mesafesinden sonra müzedeyiz.Nasıl bir yer,orada ne göreceğim diye düşünenler için ben oraya "gelişim müzesi" diyorum çünkü birbirinden ayrılan her bölümünde gemilerin,arabaların,ev aletlerinin,uçakların ve daha pek çok şeyin geçmişten günümüze gelişimi gösteriliyor bize.Giriş ücreti 3 kişilik bir aile için 17€,benim gibi üniversite öğrencileri için ise sadece 3€.Yine girişte müzenin planının olduğu broşülerden aranırken Türkçe broşürü görmek beni çok sevindiriyor ve gezmeye başlıyoruz.Aslında o kadar çok fotoğraf çektim ki keşke hepsini burda size gösterebilsem ama en çok ilgi çekenler bunlardı.

  İlk önce havacılık bölümünü geziyoruz.Burada Wright kardeşlerin uçağından tutun günümüzün en gelişmiş uçaklarına kadar birçoğunu görmeniz mümkün.Bu bölümü özellikle pilot olan babam çok keyifle gezdi,e ben gördüğüm şeylerden onun kadar anlamasam da benden daha büyük pervaneler görmek,iniş takımları arasında fotoğraf çekinmek ve hatta kokpit örneklerinin içinde gezinmek bana yetti.



Ve diğer bölümlerden birkaç örnek..


Geçmişten günümüze televizyon örnekleri var burada.Ben en çok sol altta görünen hem radyo hem de televizyon olarak kullanılanı sevdim.O küçük ekranda bir şeyler izlemek güzel olabilirdi.








Bu da görüldüğü üzere astronotların Ay'da kullanabildiği aracın birebir örneği.Bunun dışında uzaya gönderilen uyduların da örnekleri bu bölümde bulunuyor.


Müzik aletleri bölümü ise oldukça kapsamlıydı.Yani odalar boyunca uzanan ve bugüne kadar adını bile duymadığım müzik aletleri gördüm.Burası sadece kuyruklu piyanolara ayrılan bölümdü.Hatta müze görevlilerince izin verilen bir kadın da siz gezerken orda piyano çalıyor,ama tabiki sizin piyanolara dokunmanız yasak.

Daha pek çok yer var bence en güzelleri astronomi ve foto+film bölümleriydi,görülmesi gereken bir müze olduğunu söylebilirim.


..


  Müzenin çıkışında yorgun bir halde yürüyerek şehrin merkezindeki Rathaus(belediye binası)'un önüne geldik.Çok görkemli bir bina ve bütün kalabalık bunun çevresinde; fotoğraf çekenler,bisikletleriyle yayaların arasından geçmeye çalışanlar, ellerinde poşetler az ilerideki Apple Store'a koşturanlar herkes burda.Buraya Marienplatz deniyor ve aynı isimli metro durağı da tam merkezde yer alıyor,buraya metroyu kullanarak da gelebilirsiniz.Burda tüm gününüzü harcayabileceğiniz kadar mağaza ve cafe bulunuyor.Rathaus'un sağ ve sol taraflarındaki yollardan yürüyerek yine Münih'in simgelerinden olan iki kiliseye de ulaşabilirsiniz.

  Ayrıca burda da bisiklet kullanımı İngiltere'de olduğu gibi çok yaygın,belki de en kıskandığım şeylerden biridir onlar her yere bisikletle giderken benim İstanbul'da bisikletle ulaşımımı sağlayamamak.

Biraz da yeşillik görelim,oturup dinlenelim deyip şehir haritasındaki en büyük yeşil alan olan "Englischer Garten"e gidiyoruz.Daha girişinde koca koca ağaçlar karşılıyor bizi,göz alabildiğince yeşil her yer.Futbol oynayanlar,güneşi fırsat bilip güneşlenenler ve hatta ata binenler bile var burda.Ortada küçük bi gölet var ve gölette gezinen tekneler.Aslında burası az da olsa Bahçeşehir'deki gölete benziyor sadece daha fazla ağaç var burda.

 

Burası Marienplatz'a oldukça yakın olduğu için çıkışta tekrar yürüyerek merkeze dönüyor ve ordan metroya biniyoruz.S8 hattı bizi yaklaşık 45 dakikalık bir yolculuk sonunda otelimize götürüyor.
Devamı gelecek...

22 Ocak 2011 Cumartesi

Sincap Kovalamaca

  Finallerim bitti ve 2 haftacık kısacık,minicik tatilim başladı.Tatile dair hiçbir planım yok,tek amacım biraz olsun dinlenebilmek.Hazır tatilim de başlamışken,bugün boğaza olan hasretimizi gidermek için ailece Emirgan Korusu'na gittik.Güzel boğaz manzarasının yanı sıra etrafta dolaşan sincaplar ilgimizi çekti.Durgun manzaralar yerine insan veya hayvan fotoğrafları çekmeyi daha çok sevdiğim için belki de, bu yazımın da başlığı hayvanlarla ilgili oldu.Bulutlu havanın keyfini çıkardım ve bol bol fotoğraf çektim.

Bir türlü yerinde durmayan sincabın fotoğrafını çekmek zor oldu ama bi kaç poz yakaladım sonunda.

Bu ağacın da dalları çok ilginçti,üstünde yaprakları varken nasıl göründüğünü merak ediyor insan.

Peki şu hemen alttaki ağaç sizce de ananasa benzemiyor mu?






LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...